ÜÇÜNCÜ KEZ ÇALINAN ANILARIM, BAYRAM ANILARI
Bir BAYRAM öncesi, DEVRİMCİ ÖĞRENCİLERi çok merak eden TRT’nin R’si BAYRAMda yayınlanmak üzere MUHABİR göndermişti İTÜ’ye. O sene İTÜ Öğrenci Birliği Başkanı Sevgili Gökalp Eren (Gökalp Eren şimdi de 68’LİLER VAKFI BAŞKANI, Başkanlığı çok sevdi!);
“- Yunus TRT’den gelmişler, benim işim var, sen görüş” diyerek, beni BAŞKAN VEKİLİ yapmıştı.
Öğrenci Birliği’nin kapısından çıkar çıkmaz, karşımda her zamanki muzip ve espiri yapmaya hazır hali ile Rahmetli Altan Erbulak (AE) ve Sevgili Halit Kıvanç (HK) vardı.
AE hemen söze ÖZELden girmişti;
“- Yunus bütün İTÜ’li öğrencilerden şikayetçiyim ARKADAŞ”
“- Altan Abi, eğer beni ŞİKAYET MAKAMI olarak görüyorsan, dinlemeye hazırım ARKADAŞ”
“- Halit, Yunus ile işimiz zor, hemen REKABET başlattı”
“- Altan, iyi ya senin TİYATROya da REKABET gelir,Yunus’la senin aranda”
ITÜ TV yeni kurulmuştu. Atan Erbulak & Halit Kıvanç da CANLI YAYINda sunum yaparken, herkimse Altan Erbulak’ın KAPLUMBAGAsının lastiklerini indirmişti.
AE;
“- Yunus bak Arkadaş, ben de EMEKÇİ biriyim, ne yap yap benim lastikleri TAMİR ETTİR, tamam mı?”
“- Altan Abi, olay BİZİM SULARda olduğu için, kabahatli BİZİM ÇOCUKLAR, ama BİZİM SULARda bize HAYAT HAKKI tanımayıp, bizi CANLI YAYINa almadığınız için, diğer KABAHATLİ de sizsiniz, o zaman ödeşmiş oluruz Arkadaş”
HK;
“- Altan, kısadan sen TAZMİNAT ödemeden bu işten sıyrıl Arkadaş…”
MEDYA ayağımıza gelmişti ve bu FIRSAT kaçmazdı. Bunu bir FORUM olarak, bütün İTÜ Öğrencileri’nin önünde yapmak ve Devrimci Öğrenciler olarak TÜRKİYE’nin KENDİ KADERİNİ KENDİ TAYİN ETMESİnde ne kadar BAŞARILI olduğumuzu dünya aleme göstermek gerekirdi.
AE & HK;
“- Yunus, bir Devrimci Öğrenci’nin günlüğü nedir?”
“- Altan Abi, Halit Abi, siz de çok iyi biliyorsunuz öncelikle, BİZİM ÜNİVERSİTEMİZ, demokratik değil, bu nedenle bizim ilk talebimiz doğal olarak DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE”
AE & HK;
“- Demokratik Üniversite nasıl olacak?”
“- DEMOKRASİ KAVRAMIna uygun olacak, ÜNİVERSİTE’nin bütün ÖĞELERİ kayıtsız şartsız YÖNETİMe katılacak. En başta öğrenciler, öğretim üyeleri, üniversite çalışanları, hatta üniversiteye HİZMET sunanlar bile yönetime katılacak”
AE & HK;
“- Hizmet sunanlar?”
“- Üniversitemizde YEMEK çıkmaktadır. Onlar da, yemek çıkaranlar da DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE’nin bir parçasıdır. Onların da OY HAKKI olmalı”
AE & HK;
“- Demokratik Üniversite yeterli mi?”
“- Tabi ki hayır. Bunun için;
● Bağımsız ve Demokratik Türkiye kurulmalı
● Demokratik SİYASET hayata geçirilmeli
● Türkiye’de SANAYİ DEVRİMİ mutlaka yapılmalı
● Halkın DEMOKRATİK katılımı sağlanmalı
● Eğitimin, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar yayılması sağlanmalı
● Eğitim META olmaktan çıkarılmalı (Özel Okulların açılması başlamıştı)
● Sağlık hizmetinden her VATANDAŞ eşit şekilde yararlanmalı
● Onurlu ve Muasır Medeniyetler Seviyesi’ne erişmek için HERŞEY yapılmalı”
AE & HK;
“- Bütün bunları DEVRİMCİ ÖĞRENCİLER mi yapacak?”
“- Bütün TÜRKİYE HALKI”
AE & HK;
“- BAYRAMda ne yapacaksınız?”
“- Çalışacağız”
“- Bayramlar dinlenmek için değil mi?”
“- Devrimciler DİNLENMEZ ki…”
“- Anne & babanın elini öpmeye gitmeyecek misiniz?”
“- DEVRİMden sonra…”
Çok uzun BİR BAYRAM SÖYLEŞİSİ TRT’nin R’si tarafından, ÇARPITILMADAN ama AYIKLANARAK yayınlanmış, benim de KASTAMONU’ya girmem bazı GÜÇLER tarafından yasaklanmıştı. İTÜ’den atılmama da neden olmuştu. Bende DİN ve AİLE KAVRAMI yoktu…
(Bu kısmı, SEVGİLİ EŞİM dahil, bugüne kadar HİÇ KİMSE ile ne konuştum, ne de bir yerde yazdım)
“- Yunus hadi Dolmabahçe Camisi’ne gidelim, CUMA NAMAZIna”
“- Tamam Harun, gidelim”
“- Cemaat bizim DENİZe EMPERYALİST ASKERİ attığımızı bilse ne yapar?”
“- Onlar da bizi DENİZe atar”
“- Esas, bizim NAMAZ KILDIĞIMIZ, İTÜ’de bilinse ne yaparlar?”
“- Harun zaten sana TAKUNYALI DEVRİMCİ diyorlar, ya ben?”
“- Sen de TAKUNYALI DEVRİMCİnin ARKADAŞı”
“- Doğru, eğer GERZE MİTİNGİnde sen CUMAya gitmeseydin HEPİMİZ linç edilirdik…”
“- Sen hiç İTÜ’de CUMAya gittiğimizi kimseye söyledin mi?”
“- Hayır, aklıma bile gelmedi…”
Benim aklıma gelmedi ama KASTAMONU halkının aklından çıkmıyordu;
“- O’nda DİN ve AİLE yok…”
Sadece, ZAVALLI ANAM koruyordu beni;
“- Hepiniz yalan söylüyorsunuz…”
Kastamonu’ya gelen GEZGİN TİYATRO, oyunu bir türlü icra edemiyordu. Kadın oyuncuları olduğu halde, Onların, Kadın Oyuncuların SAHNE ALMASI mümkün değildi: Kadından TİYATROCU olur muydu hiç. Eğer ROL alırlarsa, OYUN bitince başlarına neler geleceğini kimse bilemezdi: TAŞLAMA belki de LİNÇ bile edilebilirlerdi. Kimse, bu OYUNu başlatmaya cesaret edemiyordu: Çünkü KADIN ROLÜ yapacak SANATÇI yoktu. Bende de AK YAZMA ile AK PAK ENTERİ alacak para yoktu…
Halam, köyden ŞEHERE ilk göç eden YAKIN AKRABAydı. Bütün civar köylerin halkı O’ndan alış veriş eder, hemen her KÖYLÜ halama borçlanırdı. Halamın kocası terziydi. Halamın dükkanı ile kocasının dükkanı yan yanaydı. Halamın kocası, POTUR PANTOLON yani KÖYLÜ PANTALONU diker, ama parasını halam tahsil ederdi. OKUR YAZAR olmayan halam, OKUR YAZAR olmayan hem kocasının hem kendisinin hesap işlerini KURUŞ sektirmezdi:
“- Lan halasının, lan Yunis köye gidince deyver, KOCA HASANGİLLERin borcu yüzü aştı” diyerek alacaklarının TAHSİLDARALARını da iyi seçerdi.
Halamın üç konağı, oğlunun KASTAMONU GÜVEN’de üç tane OTOBOSu şehirlerarası çalışıyordu: Kastamonu-Ankara ve Kastamonu-İstanbul. En önemlisi, halamın küp küp altınları vardı ve konağın bahçesinde gömülüydü, dilden dile, köyden köye bir EFSANE gibi anlatılır dururdu. Bütün civar köy halkı, hemen her akşam halamın konağını ziyaret eder, O’ndan yalvar yakar UZUN VADELİ, HASATa kadar META ister, halam da;
“- Lan Seydali, lan oğlum daha geçen GÜZ aldıklarını ödemedin. Borcun bini aştı. Nasıl ödeyeceksin a YAVRUM”
“- Hatçe APLA, VALLA TALLA öderim. Aha sana benim GARInın altınları rehin kalsın”
“- A benim GÖZELİM, bilmez miyim senin ne kadar namuslu, sözünün eri olduğunu”
Her yaz sonu, GÜZÜN okuluma dönerken, MANİSA yolunu tutarken, halam pantolunumun iç kısmına, HESABINI tutamadığım kadar PARA KESESİ diker ve beni sıkı sıkı tembihlerdi:
“- A benim GÖZEL oğlum, sakın PARAyı kaybetme, çok dikkatli ol YAVRUM, babana SAĞ – SALİM ilet onları, emi Yunis’m. Arkandan BOL bol DUA edeceğim”
“- Olur hala, merak etme sen, PARAlar SAĞ – SALİM babamda bil”…
“- Hoş geldin lan Yunis”
“- Hoş bulduk hala”
“- Kim bu yanındaki FIŞKI”
Seher, halamın elini öpmüş bir kenarda, DÜNYADAN HABERSİZ benim halamla ATEŞLİ şekilde ne konuştuğumu merak ediyordu.
“- Hala doğru konuş O çok İYİ ve çok MERT bir KIZ”
“- Hay oğlum, sizin gibiler getirecek zaten DÜNYANIN SONUNU”
“- Hala senin gibilerin DUASI kurtaracak DÜNYAYI…”
Kurnazlıkta üstüne henüz çıkan olmadığı için, halam olayı hemen sezmiş ve çözmüştü: Ben O’ndan nasıl PARA istemeyebilirdim, bir FIŞKI yeter de artardı bile…
Seher ile beraber, bütün KASTAMONU GÖZLERİ üzerimizde, HALK EVİne kadar geldik ve panodaki ilanı okudum:
Tiyatromuzda oynayacak YETENEKLİ SANATÇILAR aranıyor.
Hemen Seher’i bir arkadaşıma EMANET ederek, yönetmene koştum:
“- Nasıl bir YETENEK arıyorsunuz?”
“- Erkek olacak ama KADIN rolü yapacak biri”
“- Tamam, ben yaparım”
“- Daha önce hiç SAHNE aldın mı?”
“- Evet. SOKAK TİYATROSU’nda defalarca oynadım”
“- Önce denememiz lazım, sonra karar veririz”
“- Denemeye HAYIR, eyleme EVET. Hem de PEŞİN PARA isterim, işinize gelirse”
“- Ya kardeşim SANATÇI dediğin biraz YUMUŞAK olur, ne ŞİDDET ne CELAL bu. Hem de KADIN ROLÜ yapacaksın”
“- Bir, ben SANATÇI falan değilim, DEVRİMCİyim. İki, SANATÇI olmak istersem SENİN yanında işim ne?”
Şişli Sosyetesi’nden Algın ve O’nun arkadaşı Nil (Sevgili Nil Bugün Beşiktaş Belediyesi Kültür Merkezi’nde TİYATRO YAPIYOR, DEVRİMCİ bir SANAT İŞVERENİ olarak) benim MUHTEŞEM YETENEĞİMİ çoktan keşfetmişlerdi bile: Benden SANATÇI olurdu.
Nil ile, amatörce ve defalarca, POLİS kovalayana dek SOKAK TİYATROSU yapmıştık zaten. Algın da beni zamanın ünlü YEŞİLÇAM KAMEREMANI Paşa Sağlam ile tanıştırmış ve bir YETENEK açığa çıkmıştı:
“- Yunus bu fırsat kaçmaz. Kaçarsa bir daha gelmez, iyi düşün”
“- Algın ben MÜHENDİS olacağım”
“- Ciddi söylüyorum, senin onlardan ne farkın var. Hatta daha YETENEKLİsin sen. Zaten SOKAK TİYATROSUnda oynuyorsun. Tek fark bu işi MESLEK edinmek. Yeter ki EVET de. Sana her türlü MADDİ ve MANEVİ desteği vermeye hazırım”
“- Hayır Algın. Benden SANATÇI olmaz. Benden sadece MÜHENDİS olur. Benim dünyamda bazı şeyler asla META olamaz. Bir DEVRİMCİ, neyin META olacağını neyin META olamayacağını çok iyi bilmek zorundadır. Benim ÜLKEMde GERÇEK SANATÇI kaç kişi, ALINIP SATILAN SANATÇI kaç kişi?”
“- Sence MÜHENDİS alınıp satılmaz mı?”
“- Hem de alasından. Kapitalizmde her şeyin bir fiyatı vardır: ALIŞ ve SATIŞ fiyatı. Somut ve pozitif bilimlerde ALIŞ ve SATIŞ çok çabuk tespit edilebilir. Bir inşaatın STATİK HESABInı her MÜHENDİS aynı yapar. BİLİM ve TEKNİK, sana YANLIŞa izin vermez. STATİK HESAP doğru, İNSAN yani MÜHENDİS yanlış olabilir. Eğer HESABINA UYDURURSAN, STATİK de şaşar”
“- Demek ki MÜHENDİS de META olabiliyor. O halde her ikisi de META olabiliyorsa, neden SANAT değil de TEKNİK?”
“- Biri OBJEKTİF, diğeri SÜBJEKTİF. Birinde İSPAT var diğerinde İSNAT. Bir FABRİKAnın günde kaç OTOMOBİL çıkaracağı hesaplanabilir. Ama DERİN DEKOLTEnin günde kaç genç kızı HAYAL KIRIKLIĞIna uğratacağını kimse hesaplayamaz”…
Halkevi’ndeki TİYATRO SAHNESİ açıldığında, Seher şaşkın ve hayret dolu gözlerle beni seyrediyordu. Kastamonu gibi bir yerde İKİNCİ KÜLTÜR DEVRİMİ gerçekleşmiş, BİRİNCİ KÜLTÜR DEVRİMİnin ÜRÜNÜ olan ŞAPKA’ya ayakta ALKIŞ tutuluyordu…
Ben de, BAYRAMda ANAMın elini öpmek için AK YAZMA ile AK PAK ENTERİ parasını cebime koymuş, Seher ile KÖYÜMün yolunu tutmuştum….
Türkiye’den yeni geldiğim için CİDDE’deki şantiyede ben NÖBETÇİ kaldım, BAYRAMda. Gurbette yeni diye bir şey olur muydu hiç? Nasıl da özlemiştim, Sevgili Eşimi, biricik kızım Bilgen Devrim’i ve henüz iki yaşındaki YARAMAZ OĞLUM Barış Kenan’ı.
Cuma günü, SPOR bir ARABA ile Cidde → Medine yoluna düştüm. Hem Medine’yi görmüş olacaktım hem de Peygamberimizi ziyaret etmiş olacaktım. Medine’ye yaklaşırken, 250 Km/h hız yaparken, AMERİKAN OTOBANInı KUŞLAR istila etmişti. Yek gök kuştu ve KANAT AÇMIŞ, çırpınıyorlardı. Kuşlara yaklaştıkça, daha da büyüdüklerini, yavaş yavaş bunların SUUDİ POLİS olduklarını anlamaya başladığım zaman VAKİT GEÇMİŞTİ ARTIK. Nede olsa ben bir Rally sürücüsüydüm ve SUUDİ PRENSLER ile yarışıyordum. El freni ve müthiş bir manevra ile durdum ve Medine → Cidde yönüne döndüm, SUUDİ POLİSLER beni alkışlıyorlardı, biraz sonra soracakları HESAP için.
Evrakları istedikleri belliydi ama bir tanesi bile ne Türkçe ne de İngilizce konuşuyordu. Arabadan indiğim anda ve DUAM bittiği gibi, doğrudan KARAKOL ve en az 15 gün, sponsorum beni buluncaya kadar KATIKSIZ HAPİS yatacağımı, diğer arkadaşlarımın deneyiminden biliyordum.
Sürekli olarak, en az iki saat kadar DUA ve KURAN okudum. Benden bıkıp;
“- Yallah” dedikleri zaman bir KUŞ kadar ÖZGÜR olduğumu biliyordum, SPOR ARABAM 260 Km/h hiz yapabiliyordu…
HERGÜN BAYRAM OLSA…
Sevgiler
Yunus Gömleksiz
Kitapsever & Tenissever
Bir BAYRAM öncesi, DEVRİMCİ ÖĞRENCİLERi çok merak eden TRT’nin R’si BAYRAMda yayınlanmak üzere MUHABİR göndermişti İTÜ’ye. O sene İTÜ Öğrenci Birliği Başkanı Sevgili Gökalp Eren (Gökalp Eren şimdi de 68’LİLER VAKFI BAŞKANI, Başkanlığı çok sevdi!);
“- Yunus TRT’den gelmişler, benim işim var, sen görüş” diyerek, beni BAŞKAN VEKİLİ yapmıştı.
Öğrenci Birliği’nin kapısından çıkar çıkmaz, karşımda her zamanki muzip ve espiri yapmaya hazır hali ile Rahmetli Altan Erbulak (AE) ve Sevgili Halit Kıvanç (HK) vardı.
AE hemen söze ÖZELden girmişti;
“- Yunus bütün İTÜ’li öğrencilerden şikayetçiyim ARKADAŞ”
“- Altan Abi, eğer beni ŞİKAYET MAKAMI olarak görüyorsan, dinlemeye hazırım ARKADAŞ”
“- Halit, Yunus ile işimiz zor, hemen REKABET başlattı”
“- Altan, iyi ya senin TİYATROya da REKABET gelir,Yunus’la senin aranda”
ITÜ TV yeni kurulmuştu. Atan Erbulak & Halit Kıvanç da CANLI YAYINda sunum yaparken, herkimse Altan Erbulak’ın KAPLUMBAGAsının lastiklerini indirmişti.
AE;
“- Yunus bak Arkadaş, ben de EMEKÇİ biriyim, ne yap yap benim lastikleri TAMİR ETTİR, tamam mı?”
“- Altan Abi, olay BİZİM SULARda olduğu için, kabahatli BİZİM ÇOCUKLAR, ama BİZİM SULARda bize HAYAT HAKKI tanımayıp, bizi CANLI YAYINa almadığınız için, diğer KABAHATLİ de sizsiniz, o zaman ödeşmiş oluruz Arkadaş”
HK;
“- Altan, kısadan sen TAZMİNAT ödemeden bu işten sıyrıl Arkadaş…”
MEDYA ayağımıza gelmişti ve bu FIRSAT kaçmazdı. Bunu bir FORUM olarak, bütün İTÜ Öğrencileri’nin önünde yapmak ve Devrimci Öğrenciler olarak TÜRKİYE’nin KENDİ KADERİNİ KENDİ TAYİN ETMESİnde ne kadar BAŞARILI olduğumuzu dünya aleme göstermek gerekirdi.
AE & HK;
“- Yunus, bir Devrimci Öğrenci’nin günlüğü nedir?”
“- Altan Abi, Halit Abi, siz de çok iyi biliyorsunuz öncelikle, BİZİM ÜNİVERSİTEMİZ, demokratik değil, bu nedenle bizim ilk talebimiz doğal olarak DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE”
AE & HK;
“- Demokratik Üniversite nasıl olacak?”
“- DEMOKRASİ KAVRAMIna uygun olacak, ÜNİVERSİTE’nin bütün ÖĞELERİ kayıtsız şartsız YÖNETİMe katılacak. En başta öğrenciler, öğretim üyeleri, üniversite çalışanları, hatta üniversiteye HİZMET sunanlar bile yönetime katılacak”
AE & HK;
“- Hizmet sunanlar?”
“- Üniversitemizde YEMEK çıkmaktadır. Onlar da, yemek çıkaranlar da DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE’nin bir parçasıdır. Onların da OY HAKKI olmalı”
AE & HK;
“- Demokratik Üniversite yeterli mi?”
“- Tabi ki hayır. Bunun için;
● Bağımsız ve Demokratik Türkiye kurulmalı
● Demokratik SİYASET hayata geçirilmeli
● Türkiye’de SANAYİ DEVRİMİ mutlaka yapılmalı
● Halkın DEMOKRATİK katılımı sağlanmalı
● Eğitimin, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar yayılması sağlanmalı
● Eğitim META olmaktan çıkarılmalı (Özel Okulların açılması başlamıştı)
● Sağlık hizmetinden her VATANDAŞ eşit şekilde yararlanmalı
● Onurlu ve Muasır Medeniyetler Seviyesi’ne erişmek için HERŞEY yapılmalı”
AE & HK;
“- Bütün bunları DEVRİMCİ ÖĞRENCİLER mi yapacak?”
“- Bütün TÜRKİYE HALKI”
AE & HK;
“- BAYRAMda ne yapacaksınız?”
“- Çalışacağız”
“- Bayramlar dinlenmek için değil mi?”
“- Devrimciler DİNLENMEZ ki…”
“- Anne & babanın elini öpmeye gitmeyecek misiniz?”
“- DEVRİMden sonra…”
Çok uzun BİR BAYRAM SÖYLEŞİSİ TRT’nin R’si tarafından, ÇARPITILMADAN ama AYIKLANARAK yayınlanmış, benim de KASTAMONU’ya girmem bazı GÜÇLER tarafından yasaklanmıştı. İTÜ’den atılmama da neden olmuştu. Bende DİN ve AİLE KAVRAMI yoktu…
(Bu kısmı, SEVGİLİ EŞİM dahil, bugüne kadar HİÇ KİMSE ile ne konuştum, ne de bir yerde yazdım)
“- Yunus hadi Dolmabahçe Camisi’ne gidelim, CUMA NAMAZIna”
“- Tamam Harun, gidelim”
“- Cemaat bizim DENİZe EMPERYALİST ASKERİ attığımızı bilse ne yapar?”
“- Onlar da bizi DENİZe atar”
“- Esas, bizim NAMAZ KILDIĞIMIZ, İTÜ’de bilinse ne yaparlar?”
“- Harun zaten sana TAKUNYALI DEVRİMCİ diyorlar, ya ben?”
“- Sen de TAKUNYALI DEVRİMCİnin ARKADAŞı”
“- Doğru, eğer GERZE MİTİNGİnde sen CUMAya gitmeseydin HEPİMİZ linç edilirdik…”
“- Sen hiç İTÜ’de CUMAya gittiğimizi kimseye söyledin mi?”
“- Hayır, aklıma bile gelmedi…”
Benim aklıma gelmedi ama KASTAMONU halkının aklından çıkmıyordu;
“- O’nda DİN ve AİLE yok…”
Sadece, ZAVALLI ANAM koruyordu beni;
“- Hepiniz yalan söylüyorsunuz…”
Kastamonu’ya gelen GEZGİN TİYATRO, oyunu bir türlü icra edemiyordu. Kadın oyuncuları olduğu halde, Onların, Kadın Oyuncuların SAHNE ALMASI mümkün değildi: Kadından TİYATROCU olur muydu hiç. Eğer ROL alırlarsa, OYUN bitince başlarına neler geleceğini kimse bilemezdi: TAŞLAMA belki de LİNÇ bile edilebilirlerdi. Kimse, bu OYUNu başlatmaya cesaret edemiyordu: Çünkü KADIN ROLÜ yapacak SANATÇI yoktu. Bende de AK YAZMA ile AK PAK ENTERİ alacak para yoktu…
Halam, köyden ŞEHERE ilk göç eden YAKIN AKRABAydı. Bütün civar köylerin halkı O’ndan alış veriş eder, hemen her KÖYLÜ halama borçlanırdı. Halamın kocası terziydi. Halamın dükkanı ile kocasının dükkanı yan yanaydı. Halamın kocası, POTUR PANTOLON yani KÖYLÜ PANTALONU diker, ama parasını halam tahsil ederdi. OKUR YAZAR olmayan halam, OKUR YAZAR olmayan hem kocasının hem kendisinin hesap işlerini KURUŞ sektirmezdi:
“- Lan halasının, lan Yunis köye gidince deyver, KOCA HASANGİLLERin borcu yüzü aştı” diyerek alacaklarının TAHSİLDARALARını da iyi seçerdi.
Halamın üç konağı, oğlunun KASTAMONU GÜVEN’de üç tane OTOBOSu şehirlerarası çalışıyordu: Kastamonu-Ankara ve Kastamonu-İstanbul. En önemlisi, halamın küp küp altınları vardı ve konağın bahçesinde gömülüydü, dilden dile, köyden köye bir EFSANE gibi anlatılır dururdu. Bütün civar köy halkı, hemen her akşam halamın konağını ziyaret eder, O’ndan yalvar yakar UZUN VADELİ, HASATa kadar META ister, halam da;
“- Lan Seydali, lan oğlum daha geçen GÜZ aldıklarını ödemedin. Borcun bini aştı. Nasıl ödeyeceksin a YAVRUM”
“- Hatçe APLA, VALLA TALLA öderim. Aha sana benim GARInın altınları rehin kalsın”
“- A benim GÖZELİM, bilmez miyim senin ne kadar namuslu, sözünün eri olduğunu”
Her yaz sonu, GÜZÜN okuluma dönerken, MANİSA yolunu tutarken, halam pantolunumun iç kısmına, HESABINI tutamadığım kadar PARA KESESİ diker ve beni sıkı sıkı tembihlerdi:
“- A benim GÖZEL oğlum, sakın PARAyı kaybetme, çok dikkatli ol YAVRUM, babana SAĞ – SALİM ilet onları, emi Yunis’m. Arkandan BOL bol DUA edeceğim”
“- Olur hala, merak etme sen, PARAlar SAĞ – SALİM babamda bil”…
“- Hoş geldin lan Yunis”
“- Hoş bulduk hala”
“- Kim bu yanındaki FIŞKI”
Seher, halamın elini öpmüş bir kenarda, DÜNYADAN HABERSİZ benim halamla ATEŞLİ şekilde ne konuştuğumu merak ediyordu.
“- Hala doğru konuş O çok İYİ ve çok MERT bir KIZ”
“- Hay oğlum, sizin gibiler getirecek zaten DÜNYANIN SONUNU”
“- Hala senin gibilerin DUASI kurtaracak DÜNYAYI…”
Kurnazlıkta üstüne henüz çıkan olmadığı için, halam olayı hemen sezmiş ve çözmüştü: Ben O’ndan nasıl PARA istemeyebilirdim, bir FIŞKI yeter de artardı bile…
Seher ile beraber, bütün KASTAMONU GÖZLERİ üzerimizde, HALK EVİne kadar geldik ve panodaki ilanı okudum:
Tiyatromuzda oynayacak YETENEKLİ SANATÇILAR aranıyor.
Hemen Seher’i bir arkadaşıma EMANET ederek, yönetmene koştum:
“- Nasıl bir YETENEK arıyorsunuz?”
“- Erkek olacak ama KADIN rolü yapacak biri”
“- Tamam, ben yaparım”
“- Daha önce hiç SAHNE aldın mı?”
“- Evet. SOKAK TİYATROSU’nda defalarca oynadım”
“- Önce denememiz lazım, sonra karar veririz”
“- Denemeye HAYIR, eyleme EVET. Hem de PEŞİN PARA isterim, işinize gelirse”
“- Ya kardeşim SANATÇI dediğin biraz YUMUŞAK olur, ne ŞİDDET ne CELAL bu. Hem de KADIN ROLÜ yapacaksın”
“- Bir, ben SANATÇI falan değilim, DEVRİMCİyim. İki, SANATÇI olmak istersem SENİN yanında işim ne?”
Şişli Sosyetesi’nden Algın ve O’nun arkadaşı Nil (Sevgili Nil Bugün Beşiktaş Belediyesi Kültür Merkezi’nde TİYATRO YAPIYOR, DEVRİMCİ bir SANAT İŞVERENİ olarak) benim MUHTEŞEM YETENEĞİMİ çoktan keşfetmişlerdi bile: Benden SANATÇI olurdu.
Nil ile, amatörce ve defalarca, POLİS kovalayana dek SOKAK TİYATROSU yapmıştık zaten. Algın da beni zamanın ünlü YEŞİLÇAM KAMEREMANI Paşa Sağlam ile tanıştırmış ve bir YETENEK açığa çıkmıştı:
“- Yunus bu fırsat kaçmaz. Kaçarsa bir daha gelmez, iyi düşün”
“- Algın ben MÜHENDİS olacağım”
“- Ciddi söylüyorum, senin onlardan ne farkın var. Hatta daha YETENEKLİsin sen. Zaten SOKAK TİYATROSUnda oynuyorsun. Tek fark bu işi MESLEK edinmek. Yeter ki EVET de. Sana her türlü MADDİ ve MANEVİ desteği vermeye hazırım”
“- Hayır Algın. Benden SANATÇI olmaz. Benden sadece MÜHENDİS olur. Benim dünyamda bazı şeyler asla META olamaz. Bir DEVRİMCİ, neyin META olacağını neyin META olamayacağını çok iyi bilmek zorundadır. Benim ÜLKEMde GERÇEK SANATÇI kaç kişi, ALINIP SATILAN SANATÇI kaç kişi?”
“- Sence MÜHENDİS alınıp satılmaz mı?”
“- Hem de alasından. Kapitalizmde her şeyin bir fiyatı vardır: ALIŞ ve SATIŞ fiyatı. Somut ve pozitif bilimlerde ALIŞ ve SATIŞ çok çabuk tespit edilebilir. Bir inşaatın STATİK HESABInı her MÜHENDİS aynı yapar. BİLİM ve TEKNİK, sana YANLIŞa izin vermez. STATİK HESAP doğru, İNSAN yani MÜHENDİS yanlış olabilir. Eğer HESABINA UYDURURSAN, STATİK de şaşar”
“- Demek ki MÜHENDİS de META olabiliyor. O halde her ikisi de META olabiliyorsa, neden SANAT değil de TEKNİK?”
“- Biri OBJEKTİF, diğeri SÜBJEKTİF. Birinde İSPAT var diğerinde İSNAT. Bir FABRİKAnın günde kaç OTOMOBİL çıkaracağı hesaplanabilir. Ama DERİN DEKOLTEnin günde kaç genç kızı HAYAL KIRIKLIĞIna uğratacağını kimse hesaplayamaz”…
Halkevi’ndeki TİYATRO SAHNESİ açıldığında, Seher şaşkın ve hayret dolu gözlerle beni seyrediyordu. Kastamonu gibi bir yerde İKİNCİ KÜLTÜR DEVRİMİ gerçekleşmiş, BİRİNCİ KÜLTÜR DEVRİMİnin ÜRÜNÜ olan ŞAPKA’ya ayakta ALKIŞ tutuluyordu…
Ben de, BAYRAMda ANAMın elini öpmek için AK YAZMA ile AK PAK ENTERİ parasını cebime koymuş, Seher ile KÖYÜMün yolunu tutmuştum….
Türkiye’den yeni geldiğim için CİDDE’deki şantiyede ben NÖBETÇİ kaldım, BAYRAMda. Gurbette yeni diye bir şey olur muydu hiç? Nasıl da özlemiştim, Sevgili Eşimi, biricik kızım Bilgen Devrim’i ve henüz iki yaşındaki YARAMAZ OĞLUM Barış Kenan’ı.
Cuma günü, SPOR bir ARABA ile Cidde → Medine yoluna düştüm. Hem Medine’yi görmüş olacaktım hem de Peygamberimizi ziyaret etmiş olacaktım. Medine’ye yaklaşırken, 250 Km/h hız yaparken, AMERİKAN OTOBANInı KUŞLAR istila etmişti. Yek gök kuştu ve KANAT AÇMIŞ, çırpınıyorlardı. Kuşlara yaklaştıkça, daha da büyüdüklerini, yavaş yavaş bunların SUUDİ POLİS olduklarını anlamaya başladığım zaman VAKİT GEÇMİŞTİ ARTIK. Nede olsa ben bir Rally sürücüsüydüm ve SUUDİ PRENSLER ile yarışıyordum. El freni ve müthiş bir manevra ile durdum ve Medine → Cidde yönüne döndüm, SUUDİ POLİSLER beni alkışlıyorlardı, biraz sonra soracakları HESAP için.
Evrakları istedikleri belliydi ama bir tanesi bile ne Türkçe ne de İngilizce konuşuyordu. Arabadan indiğim anda ve DUAM bittiği gibi, doğrudan KARAKOL ve en az 15 gün, sponsorum beni buluncaya kadar KATIKSIZ HAPİS yatacağımı, diğer arkadaşlarımın deneyiminden biliyordum.
Sürekli olarak, en az iki saat kadar DUA ve KURAN okudum. Benden bıkıp;
“- Yallah” dedikleri zaman bir KUŞ kadar ÖZGÜR olduğumu biliyordum, SPOR ARABAM 260 Km/h hiz yapabiliyordu…
HERGÜN BAYRAM OLSA…
Sevgiler
Yunus Gömleksiz
Kitapsever & Tenissever